İktisat eğitimi alıp sektörde çalışmayan insanların üniversite yıllarından aklında kalan üç beş temel klişeden biri, sermaye piyasaları ile para piyasalarının, yani borsa ile faiz hadlerinin ters orantılı olduğudur. Mevduat ya da bono faizleri yükselirse borsa düşer ya da tersi. Ekonomi eğitimi alsın almasın finans sektöründe çalışanlar ise bu bağlantının uzunca bir süredir çalışmadığını yaşayarak öğrenmiş durumdalar. Daha da ilginci, sektörde üst düzey yönetici olanları her gün ekonomi kanallarında bu kadar yüksek mevduat faizlerine rağmen borsanın nasıl habire yükseldiğini birbirlerine sorup duruyorlar. Borsa faiz bağlantısı kopalı aslında uzunca bir süreden daha uzun oldu. Yaklaşık 60 sene. Hatta ABD finans tarihinde geriye doğru bir 200 sene gitsek eminim ki bugünkü dinamiklere yakın ara dönemler bulabiliriz.
Şayet bir insan finans piyasalarıyla ilgileniyorsa kafasında tek bir hedef vardır. Mevduat faizinden fazla kazanmak. Borsa, altın, dolar hepsi düşme riski olan, sadece belli zaman aralıklarında banka mevduatından fazla kazandırma potansiyeline sahip araçlardır. Amatör yatırımcılarda ise motivasyon tektir. En düşükten yakalayıp mümkünse en yüksekten satabilmek. Finansal trend döngüleri ise insanların duygu dünyasıyla örtüşmediği için çoğu bu hedefe ulaşamaz.
Finans döngüleri ya da basitçe finansal trendler sağlıklı şekilde takip edilebildiğinde somut sonuç almak mümkün olabilir. Bunun yolu da finansal korelasyonlardan geçer. Yukarıda bahsettiğimiz faiz/borsa ters korelasyonu gibi hurafeler yerine, içinden geçtiğimiz onyılların gerçekliğine uygun bağlantılar bulmamız daha yararlı olacaktır.
Somut örnekler üzerinden gidelim. En önemli kurallardan biri, tarihte iz bırakmış global krizlerin paradigma değişikliğine yol açtığı gerçeğidir. Bunun en yakın örneği 2008 krizidir. 2002-2008 yılları arası yükselen borsalar için temel dinamik yükselen petrol fiyatlarının yarattığı likiditeydi. Hatta adına da petro-dolar dendiğini hatırlayanlar vardır. 2008 krizinden sonra ise yükselen borsaların ana motoru, ABD Merkez Bankası FED’in yarattığı parasal genişleme haline dönüştü. Aynı dönemde kısa vadeli faizler sıfıra yakın noktaya da indirildiği için, bizim temel faiz/borsa ilişkisi bu dönemde çalıştı. Sonra bu söylemin de modası geçti. 2013 yılından bugüne global borsaların yükselişini ABD’nin düzelen ekonomisi ile açıklamaya çalışıyoruz. Amerika krizden çıkıp %2 büyümeyi yakaladı, diğer ülkeleri de peşinden sürüklüyor diyoruz. Yani gerekçeler değişiyor, yükseliş ise hiç değişmiyor. Peki içinde bulunduğumuz dönemin ve muhtemelen ilerleyen yılların ana motoru nedir ? Para artık ne petrolden geliyor, ne de FED’in karşılıksız bastığı paralardan. Finansal piyasalarda likiditenin kaynağı artık muhteşem bir iktisadi paradoks. ABD tahvil piyasası ve onun amiral gemisi 10 yıllık ABD tahvilleri. Tahvil fiyatları düştükçe, yani getiri (yield) arttıkça bu piyasadan çıkan para sermaye piyasalarına akıyor. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde yükselen ABD uzun vadeli faizleri demek yükselen DOW ve S&P500 demek. Kısa vadeli FED faizleri ile tahvil faizleri de uzun dönemde korele olduğuna göre FED faiz artırdıkça borsalar yükselecek diyebiliriz. Şimdi ne yapalım ? Üniversite İktisat müfredatını yeniden mi gözden geçirelim ?
Bir sonraki analiz Dolar/TL
DEVİR