Keyif / Para ikilemi -1
Finansal piyasaların gerek popüler, gerekse spesifik açıdan benzerlik gösteren tek sınıflandırması getiri cinsi üzerinden yapılır. Basitçe ikiye ayrılır. Mevduat, repo, tahvil, bono yatırımları birinci grubu oluşturur. Bu grupta getiri ve vade sabit, risk sıfırdır. Vade taahhüdünüze sadık kalmak şartıyla nominal olarak ne kadar kazanacağınız işin başında kuruşu kuruşuna bellidir. Sabit getirili menkul kıymetler ya da risksiz varlıklar olarak adlandırabileceğimiz bu grupta getirinin adı faizdir ve katılımcıları en yaşlı nineden bir günlük bebeğe kadar çok geniş bir yelpazeye sahiptir. Konu başlığının da ilgili olduğu ikinci grup riskli varlıklar ya da değişken getirili/götürülü varlıklar olarak tarif edilir. Bu grupta ebeveyni tarafından adına hesap açılan yeni doğanlar ve yaşamının son dönemini süren insanlar yine vardır ama esas katılımcılar yüksek getiri peşinde koşan orta yaş grubudur. Borsa ve türevleri, altın, döviz gibi piyasalar bu ikinci gruba girer.
Geniş bir perspektiften bakıldığında finansal piyasalar enteresan yanılsamaları da içinde barındırır. Burada ‘ibretlik’ ifadesini de kullanmak isterdim ama insanlar yaradılışları gereği ibret almak konusunda gönülsüz veya bilgisiz oldukları için kullanmadım. Somut bir örnek vermek gerekirse, 1980 yılında aldığı altınların TL bazında bugün 20-25 katı kadar arttığını hesaplatan yaşlı teyzeye, reel anlamda parasının pul olduğunu, aradan geçen 35 yıl boyunca altının ons fiyatının 900 $’dan sadece 1200 $’a yükseldiğini ve enflasyona yenik düştüğünü anlatamazsınız. Zaten yaşamının son dönemecinde olan mutlu bir insanın durduk yere moralini bozmanın da alemi olmadığından hemen vazgeçersiniz.
Konunun esas kahramanları olan yüksek getiri peşindeki orta yaş grubuna ve ilgilendikleri riskli varlıklara gelelim. Dalgalanma bandının %20-25, buna mukabil alış satış farkının % 5-10 olduğu fiziki altın piyasasında para kazanmaya çalışan insanların dramına burada hiç girmiyorum. Daha ziyade borsada hisse senedi alıp satarak kar etmeye uğraşan ve bu işi kendi başına yapmaya çalışan kesimden biraz bahsedelim.
Bir anket yapın. ‘Tasarrufunuzu paşa paşa vadeli mevduata yatırmak varken borsayla neden uğraşıyorsunuz ?’ diye bir soru sorun. Alacağınız cevap para kazanmak için şeklinde olacaktır ve maalesef yanlış cevaptır ! Buradan, ankete katılan neredeyse tüm borsa yatırımcılarının ne yaptığını bilmediği gibi vahim bir sonuç çıkmaktadır. Mevzuya, olmayan bir ankete yapılmış önyargılı bir değerlendirme olarak bakmadan önce finansal piyasalarda çok uzun zaman geçirmiş biri olarak vereceğim şu örneği dinleyin :
1 yıllık bir süre içinde 1000 TL kazanan iki yatırımcı düşünelim. Birincisi her birinden net 10 TL kazandığı 100 al-sat (trading) işlemi yapmış olsun. İkincisi ise hisse senedini alıp 1 yıl sonra 1000 TL kazanınca satan ve arada hiç bir şey yapmayan yatırımcı olsun. İkisinin de kazandığı para eşit. Şimdi bir soru soralım. Borsa oyuncuları neden sürekli al-sat yapmaya çalışır ? Yerli amatör yatırımcılarda yatırım vadesinin 1-2 haftayla sınırlı olduğunu gösteren istatistikler sabit. Neden sürekli işlem yapma isteği duyuyorlar ? Yanıt basit. Çünkü öncelik aslında para değil, tatmin ve keyif duygusu. Sahip olduğunuz şey ne olursa olsun ona olan ilginizi ilk günkü düzeyinde tutamazsınız. Ve borsayla iştigal etmemiş biri iseniz en minimum düzeyde dahi olsa karla sonuçlanmış 100 işlemin hazzını tahmin edemezsiniz. Sınırlı yaşam süresini daha efektif kullanarak daha doğru bir tercih kullanan ikinci yatırımcımız ise trading temelinde daha mutsuzdur. İdealize edilmiş bu örneği daha reel olarak şöyle özetleyebiliriz. Borsada geçirilen süre uzadıkça yatırım vadesi kısalmaya ve bununla orantılı olarak alınan haz artmaya meyleder. Bu yanılsamaya karşı durabilmeyi öğrenmiş finansal piyasa oyuncusu esasen ilk dersi geçmiş demektir. Peki para kaybedilerek idrak edilmesi neredeyse zorunlu olan bu fenomen sadece öğrenilebilen bir şey midir yoksa kontrol edilmesi mümkün olmayan başka insani faktörler de var mıdır, bunu ikinci bölümde değerlendirelim.
DEVİR